Dedikodu Günah Mı?
Birçok kişi "dedikodu" yaparken kendini haklı görür. Çünkü söylediklerinin doğru olduğunu iddia eder. Bu düşünce tarzı, çağımızın en yaygın savunmalarından biridir: "Ama bu bir iftira değil ki… Gerçek!" Oysa Kutsal Kitap'a göre, bir sözün doğru olması onun mutlaka söylenmesi gerektiği anlamına gelmez (ki bu sadece dedikodu için geçerli bir ilke değildir). Tanrı'nın bakış açısından, niyet, zamanlama ve sözün etkisi; içeriği kadar, hatta ondan da fazla önem taşır.
Kutsal Kitap'ın sayfalarında, dilin gücü ve etkisi üzerine onlarca uyarı buluruz. Bu uyarılar sadece yalanı değil, gerçeğin de kötü niyetle, ifşa edici bir dille veya güven kırıcı bir biçimde paylaşılmasını kapsar. Tanrı halkına, "Halkının arasında onu bunu çekiştirerek dolaşmayacaksın." diye açıkça buyurmuştur (Levililer 19:16). Bu Tanrı'nın halkı arasındaki güveni ve birliği koruma emridir.
Bir kişinin özelini, hatasını ya da düşmüşlüğünü üçüncü bir kişiye anlatmak, ne kadar anlatılan şey doğru olursa olsun, sevgiyle bağdaşmaz. Hatta birçok durumda gizli bir yıkım şeklidir. Gerçek, bir başka kişinin yüreğini yaralamak, ilişkileri bozmak ya da birini küçültmek amacıyla ortaya döküldüğünde, artık hizmet ettiği şey doğruluk değil, kötülüktür. Sözün "doğruluğu" bu durumda bahane haline gelir; altında ise kıskançlık, öfke, kibir veya gizli bir üstünlük arzusu yatar. Kutsal Yazılar bu tavırdaki kişiyi "kardeşler arasında çekişme yaratan kişi" olarak tanımlar ve bu kişilerin Tanrı tarafından nefret edildiğini bildirir (Özdeyişler 6:19).
Elçi Pavlus, imanlılara yazdığı mektuplarda defalarca dedikodunun ve çekişmenin olduğu ortamların Mesih'in Ruhu'na değil, dünya ruhuna ait olduğunu vurgulamıştır. Çünkü dedikodu, birlik yerine bölünme üretir; sevgi yerine şüphe doğurur. Hatta Pavlus, bu ruh halini Tanrı'dan uzak düşen bir toplumun belirtileri arasında sayar (Romalılar 1:29).
Dilimizin gücü, düşündüğümüzden çok daha büyüktür. Özdeyişler kitabında "Dil ölüme de götürebilir, yaşama da…" denir (Özdeyişler 18:21). Bir söz, bir yüreği sevindirebilir; yerle bir de edebilir. Bu yüzden gerçek bile olsa, o gerçeği konuşmadan önce durmak, düşünmek ve dua etmek gerekir. Sözüm Tanrı'yı yüceltir mi? Dinleyene faydası var mı? Sevgiyle mi söylüyorum? Yoksa sadece içimi döküp bir tatmin mi arıyorum? Bu sorular, imanlı bir yüreğin sorması gereken sorulardır.
Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli bir denge de vardır. Her bilgi paylaşımı dedikodu değildir. Bazı istisnai durumlar, sevgi ve hikmetle ayırt edilmelidir. Mesela bir kardeşimizle bir sorun yaşadığımızda, ilk yapmamız gereken şey bu sorunu doğrudan onunla konuşmaktır. Eğer onun davranışında bir hata, bir günah ya da ruhsal bir sapma gördüysek, önce birebir gidip kendisini uyarmalıyız. Ama bu konuşma sonuç vermez ve kişi düzelmeye yanaşmazsa, o zaman bu sorunu çözebilecek yetkinlikteki öncü kardeşlere başvurmak gerekir. Bu noktada asıl niyet, o kişiyi kötülemek değil, ona yardım edebilecek bir ortam sağlamaktır.
Benzer şekilde, evlilik, herhangi bir ortaklık, komşuluk veya emanet ilişkisi kurulmak istendiğinde, kişi bu konuda kendisine danışıldığında, bildiği önemli gerçekleri saklamamalı; dürüstlükle ve iyi niyetle açıklamalıdır. Bu, kişisel bir yıkım amacıyla değil, başkasının zarar görmesini engellemek için yapılan bir uyarı niteliğindedir.
Ayrıca dini eğitim alan bir kişinin, öğretmeninin öğrettiklerinin Kutsal Kitap'a aykırı olduğunu bilen biri tarafından uyarılması da bazen gereklidir. Ancak burada niyet çok önemlidir. Bu uyarı, çekememezlik veya kıskançlık gibi gizli günahlarla değil, tamamen ruhsal iyilik için yapılmalıdır. Buna benzer durumlarda gerekmedikçe kişinin şahsiyeti ile ilgili bilgi paylaşımına gerek yoktur, öğretileri üzerinden uyarıda bulunulabilir.
Bazen de kilisede, işte ya da başka herhangi bir ortamda bir kişi, üstlendiği görevi kötüye kullanıyor ya da ciddi şekilde ihmal ediyorsa, bu durum daha üst bir yetkiliye bildirilebilir. Amaç, kişiyi küçük düşürmek değil, görevi gerektiği şekilde yapması için onu sorumluluğa çağırmak ya da gerekirse yerine daha işinin ehli birini getirmektir. Yine burada önemli olan, sorunu çözebilecek kişiye yönelmektir; yoksa konuyla ilgisi olmayan kişilerle bu meseleleri konuşmak, o kişiyi aşağılamak anlamına gelir ve dedikoduya dönüşür.
Efendimiz İsa Mesih, dilin aslında yüreğin aynası olduğunu söylemiştir: "Ağız, yürekten taşanı söyler" (Matta 12:34). Bu yüzden sadece ağzımızı değil, yüreğimizi de temiz tutmalıyız. Eğer yüreğimizde bir kardeşimize karşı öfke, kırgınlık veya üstünlük arzusu varsa; bu, dilimizden dökülen en doğru cümleyi bile günah haline getirebilir.
Kutsal Kitap, dedikoduyu sadece zararlı bir alışkanlık olarak değil, yıkıcı bir günah olarak tanımlar. Çünkü dedikodu; ayrılıklara, güvensizliğe ve ruhsal çöküşe neden olur. Söz taşımak, sır yaymak, başkasının hatasını üçüncü kişilere anlatmak—bunlar Tanrı'nın gözünde ciddi suçlardır. Gizlice söylenen sözlerin bir gün yüksek sesle duyurulacağı, karanlıkta fısıldananların aydınlıkta açığa çıkacağı açıkça bildirilmiştir (Luka 12:2-3).
İmanlı biri için bu uyarılar sadece korkutucu değil, aynı zamanda yön gösterici olmalıdır. Çünkü bizler, Efendimiz İsa Mesih'in yeryüzündeki temsilcileriyiz. Konuşmalarımız, duygularımızı dışa vurmanın bir yolu değil, Tanrı'nın lütfunu yansıtmanın bir aracı olmalı. Kutsal Ruh'la dolu bir yürek, başkalarının kusurlarını örter, affeder ve dua eder. Bu dünyada herkes konuşur ama imanlı kişi, konuşmadan önce düşünür.