Yeryüzünde Yabancı Olmak: Bir Hristiyan Devlete Sadakat Yemin Edebilir mi?
Hristiyanlık yalnızca bir inanç sistemi değil; hayatın yönünü değiştiren, sadakatimizin merkezini baştan tanımlayan bir çağrıdır. Bu dünyaya ait vatandaşlığımız, Mesih'e olan bağlılığımızın gölgesinde kalır. Asıl vatandaşlığımız, yolda olan Tanrı'nın Krallığı'ndadır. Bu gerçek, gündelik yaşamda kimi zaman bizi ciddi tercihlerle karşı karşıya getirir. Mesela biri şöyle sorabilir:
"Orduya katılabilir miyim? Savaşmam gerekmese bile mühendislik ya da idari bir görevde yer alabilir miyim?"
İlk bakışta makul bir soru gibi görünse de mesele yalnızca silah kullanıp kullanmamakla sınırlı değildir. Söz konusu olan şey, yüreğimizin kime ait olduğudur.
Kime Bağlıyız?
Birçok ülkede silahlı kuvvetlere katılmak, bir yemin veya bağlılık beyanı gerektirir. Bu beyanlar, devletin başındaki otoriteye örneğin bir cumhurbaşkanına ya da krala sadakat göstermeyi içerir. Bu, yüzeyde bürokratik bir işlem gibi görünse de gerçekte kimliğimizi ve sadakatimizi belirleyen derin bir irade beyanıdır. Oysa biz Hristiyanlar için en yüksek sadakat yalnızca bir kişiye yöneliktir: Efendimiz İsa Mesih'e.
Çatışan Krallıklar: Devletin Çağrısı mı, Mesih'in Daveti mi?
Devletin sadakat talebi ile Tanrı'nın Krallığı'na olan bağlılık çağrısı, çoğu zaman birbiriyle örtüşmez. Evet, yönetimlerin toplum düzeni açısından işlevsel rollerini inkâr etmeyiz. Hatta Kutsal Kitap, yetkililere saygı duymayı, yasalara uymayı ve toplumun huzuruna katkı sunmayı öğütler (Romalılar 13:1-7). Ama bu itaate bir sınır çizilir:
"İnsanlardan çok, Tanrı'nın sözünü dinlemek gerek." (Elçilerin İşleri 5:29)
Orduya katılma konusu da bu sınırın netleştiği yerlerden biridir. Bağlılık yemini, sembolik dahi olsa, insanın yönünü belirleyen bir sadakat ilanıdır. Bu da zamanla bizi Tanrı'nın Krallığı ile çatışabilecek bir bağlılığa sürükleyebilir.
Yeryüzünde Göçebe Olmak
Kutsal Kitap bizleri "yabancılar ve göçmenler" olarak tanımlar. İbrahim, Tanrı'nın vaatlerini almasına rağmen bu dünyada bir ev sahibi gibi değil, çadırda yaşayan bir göçebe gibi yaşam sürdü. Neden? Çünkü onun beklediği, temellerini Tanrı'nın attığı gerçek bir yurttu (İbraniler 11:9-13).
Biz de bugün benzer bir ruh taşıyoruz. Yaşadığımız ülkeye saygı duyarız; ancak gönlümüz Tanrısal vatana aittir.
"O bizi karanlığın hükümranlığından kurtarıp sevgili Oğlu'nun egemenliğine aktardı." (Koloseliler 1:13)
Bu nedenle, Tanrı'nın Krallığı'na çağrılmış bir halk olarak, bu dünyanın sistemlerine ve liderlerine mutlak sadakat gösteremeyiz. Yemin etmeyiz; çünkü inancımız, sözle değil sadakatle yaşanır. Devlete bağlılık beyanında bulunmayız; çünkü biz insanlara dua ve sevgiyle hizmet etmeye çağrıldık. Silah taşıyamayız; çünkü bizler, barışın habercileri olarak gönderildik.
Bu mesele yalnızca savaşla değil, asıl olarak yüreğimizin kimde olduğuyla ilgilidir. Bizler artık bu dünyanın vatandaşları değiliz. Bizler, gelmekte olan Krallığın elçileri, gökten gelecek olan Kral'a sadakat yemini etmiş bir halkız.
Bu dünya geçicidir. Tanrı'nın Krallığı ise ebedidir. Ve sadakatimiz yalnızca o ebedî Krallığa aittir.